VİCDANA VE HUKUKA UYGUN KARAR VEREN HAKİMLERE UYGULANAN YAPTIRIMLAR, YARGI BAĞIMSIZLIĞINA İLİŞKİN ANAYASAL GÜVENCELERİ ÖLÜ METİNLER HALİNE GETİRMEKTEDİR
Türkiye'nin hukuk devleti olma ideali, yargının siyasetin vesayeti altında ezildiği bu dönemde derin bir yara almaktadır. Özellikle son dönemde yaşanan bazı olaylar, yargı üzerindeki siyasal baskı ve vesayetin somut örneklerini gözler önüne sermektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik davada tüm suçlamalardan beraat etmesi gerektiğini belirterek muhalefet şerhi yazan üye hâkim Mehmet Can Kozan, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) 8 Ağustos 2025 tarihli kararnamesiyle İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki görevinden alınmış ve İstanbul 45'inci İş Mahkemesine atanmıştır.
Benzer şekilde, Gezi Parkı davası kapsamında tutuklanan Ayşe Barım hakkında hukuka uygun gerekçelerle tahliye kararı veren hâkim Fatih Kapan, bu kararın ardından önce başka bir mahkemeye sürülmüş, hakkında inceleme başlatılmış ve gördüğü ağır baskılar sonucu erken emekliliğini isteyerek mesleğinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Kapan, 30 yıllık yargı tecrübesini noktalayıp avukatlık yapmaya başlamıştır.
Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi eski yöneticilerinin de şüpheli sıfatıyla yer aldığı İZBETON soruşturmasında, tutuklular hakkında tahliye kararı veren hakimlerin görev yerleri değiştirilmiştir. Hakimler ve Savcılar Kurulunun 8 Ağustos 2025 tarihli müstemir yetki düzenlemesi kapsamında, İzmir Büyükşehir Belediyesine yönelik soruşturma kapsamında tahliye kararı veren İzmir 17'nci ve 28'inci Asliye Ceza Mahkemesi hâkimlerinin, ağır ceza mahkemesi üyesi olarak görevlendirildiği belirtilmiştir.
Bu gelişmeler, hukuka uygun veya başka bir ifadeyle iktidarın istemediği şekilde karar veren yargı mensuplarının nasıl cezalandırılmaya çalışıldığına dair endişe verici nitelikte güncel, net ve somut örnekleri temsil etmektedir.
Yargı, hukukun üstünlüğü ilkesi ışığında ve hâkimlerin vicdani kanaatleri rehberliğinde karar vermekle yükümlüdür. Ancak yakın tarihe damga vuran ve yargı bağımsızlığının ortadan kalkmasıyla ülkeye yayılan gelişmeler sonucunda artık hâkimler ve savcılar, siyasi baskıların kıskacında görev yapmaya zorlanmaktadır. Siyasal yargılamalara karşı çıkan ya da kanun hükümlerine uygun karar veren hâkimlere yönelik uygulamalar, yargı bağımsızlığını fiilen ortadan kaldırmayı amaçlayan gayri meşru araçlar haline gelmiştir.
Hukuka ve vicdana uygun karar veren hakimlerin; müfettiş incelemelerine tabi tutulması, sürgün edilmesi ve emekliliğe zorlanması gibi uygulamalar, adil yargılanma hakkını zedelediği gibi, Anayasanın güvence altına aldığı hâkimlik teminatını da yok saymaktadır.
Venedik Komisyonu 09.12.2024 tarihli raporunda Türkiye'de yargının mevcut durumu hakkında yaptığı değerlendirmelerde, yargıç ve savcıların bu tür uygulamalar nedeniyle tayin veya görevden alınma korkusu yaşadığını ve yargının siyasi otoriteye tabi hale geldiğini özellikle vurgulamıştır. Son yaşanan gelişmeler bu tespitlerin bir teyidi niteliğinde olup siyasi bir darbe ile yargının sindirilmeye çalışıldığını ortaya koymaktadır. Bu karar ve tasarruflar, yalnızca ilgili hâkimleri hedef almakla kalmamış, tüm hukuk camiasına ve hukukun onuruna yönelik bir "itaat" dayatması haline bürünmüştür.
Anayasanın 2'nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile 138'inci maddesinde güvence altına alınan hâkimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yukarıdaki uygulamalar nedeniyle kağıt üzerinde kalmış, ölü metinlere dönüşmüştür.
Anayasanın 138'inci maddesi, hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduğunu ve kararlarında Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vereceklerini, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin hâkimlere emir ve talimat veremeyeceğini açıkça düzenlemektedir. Hâkimlik teminatı olarak bilinen Anayasanın 139'uncu maddesi ise hâkim ve savcıların azledilemeyeceğini, kendileri istemedikçe emekliye sevk edilemeyeceğini, mahkeme kurullarının kaldırılması gibi istisnalar dışında görevlerine son verilemeyeceğini hüküm altına alır. Ancak artan yer değişikliği kararları, soruşturmalar ve emekliliğe zorlama yöntemleri, bu anayasal ilkeleri fiilen işlevsiz kılmaktadır.
Antalya Barosu olarak, yargı bağımsızlığına yönelik her türlü müdahalenin adaletin özüne ve toplum vicdanına gölge düşürdüğünü defaatle vurguluyoruz. Yargının siyasal baskıların basit bir aracı haline getirilmesine karşı duruşumuzu kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz. 25 Mart 2025 tarihinde düzenlediğimiz "Adalet İçin El Ele" yürüyüşünde de ifade ettiğimiz gibi, hukukun üstünlüğüne aykırı bu tür uygulamalarla mücadelemizi yerine getirecek ve kanuna uygun karar verdikleri için sindirilmeye çalışılan tüm yargı mensuplarının yanında olacağız. Biliyoruz ki; "İyi ki hukukun üstünlüğünü savunan hâkimlerimiz var. " dedirten hukukçularımızın onurunu korumak, hepimizin ortak sorumluluğudur.
Bu sebeple başta Hâkimler ve Savcılar Kurulu olmak üzere tüm yetkililere, Yargı mensuplarına yönelik baskı ve yıldırma politikalarına derhal son verilmesi, yargının bağımsızlığını koruma görevinin Anayasaya ve hukuka uygun şekilde yerine getirilmesi yönünde çağrıda bulunuyoruz.
Kamuoyuna duyurulur.