BASINA VE KAMUOYUNA
Tarih: 1.09.2025 | Okunma Sayısı: 367

ADALET KURGUSUNUN YERİNE ADALET GERÇEKLİĞİNİ KOYMAK YARGININ TÜM UNSURLARININ ANAYASAL SORUMLULUĞUDUR

Bugün 2025-2026 Adli Yılının ilk günündeyiz. Her geçen adli yılda ülkemizde ve yargıda; insan hakları ve hukuk devleti anlamında gelişmeler görmeyi beklerken, maalesef hukuk düzenimiz her seferinde daha derin yaralar almaya devam etmektedir. Türkiye’de hukuk, bir adalet aracı olmaktan uzaklaştırılmaya, siyasi çıkarların ve güç odaklarının bir sopası haline getirilmeye çalışılmaktadır. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda toplumun her kesiminden endişe ve şüpheler yükselmektedir.  Hal böyle ki hukuksuzluk kural, hukukun işlemesi istisna noktasına gelmiştir.

            Anayasadaki temel hak ve özgürlüklerin kağıt üzerinde kaldığı, Anayasanın tanınmadığının zaman zaman açıkça ifade edildiği ve Anayasa Mahkemesi kararlarının dahi uygulanmadığı bir ortamda Hukuk devleti ve hukuk güvenliği ilkelerinin kırıntıları bile tehdit altındadır.

            Bolu’da yaşanan felaketin sorumlularının tam manasıyla adalet karşısına çıkarılmadığı, yeni doğan bebeklerin çeteler eliyle yaşam haklarının ellerinden alındığı, kadın cinayetlerinin olağanlaştırıldığı, ülkemizin geleceği gençlerin, öğrencilerin, Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından “fırsat eşitliği” ortadan kaldırılarak, sahte diploma skandalıyla emeklerinin, çabalarının ve umutlarının yok edildiği, Anayasal gösteri ve yürüyüş haklarını kullanan yurttaşların hukuk dışı uygulamalara ve ağır yaptırımlara maruz kaldığı,  ifade özgürlüğünün yerle yeksan edildiği, masumiyet karinesi görmezden gelinerek özellikle toplumun bazı kesimlere yönelik yargısız infazda bulunulduğu; belediye başkanları, bürokratlar, siyasiler ve hatta gazetecilerin adeta baştan cezalandırılarak tutuklu yargılamalarla karşılaştığı, toplumumuzun insanı, hayvanı, çevreyi, doğayı, sanatı ve insanlık mirası tarihi eserleri bizzat koruma ihtiyacı hissettiği bir adli yılı geride bıraktık.

            Kaldı ki bu hukuksuzluk tezahürleri sadece toplumsal ve gündemi meşgul eden olaylar açısından değil yargıya intikal eden birçok hususta kendini göstermektedir. Öyle ki bireyler arasında olan bir hukuki ihtilafın çözümü dahi yıllar boyu sürebilmekte, aynı konuda verilen farklı ve keyfi kararlar ile hukuki öngörülebilirlik ilkesi tamamen ortadan kaldırılmakta, yargıya erişim gerek maddi gerekse de manevi yönden adeta bir çile çekme süreci haline gelmektedir.  Yıllar sonra elde edilen hakkın icrası aşamasında bile türlü zorluklar ve engellerin ortaya konulmuş olmasıyla birlikte insanlarımızın hukuka ve adalete olan inancı gün geçtikçe adeta yok olmaktadır. Yeni düzenlemeler ise sahadakilere, uygulayıcılara, avukatlara ve Barolara sorulmadan gerçekleştirilmek istenmekte, kanun taslaklarından Barolar son aşamada haberdar edilmektedir.

Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını korumak, Barolara yasayla verilmiş asli görevler arasındadır. İşte bu ortamda sessizliği yırtarak yaşanan her türlü hukuksuzluğa karşı söylediğimiz tüm sözler, yaptığımız her eylem, aslında bizlerin kanunda düzenlenen görev ve sorumluluklarımızın yerine getirilmesi anlamını taşımaktadır. Buna karşı Barolara yönelik baskılar sürerken, avukatların dosyanın tarafı gibi görülüp uğradığı fiziki ve psikolojik saldırıların yanında özellikle son zamanlarda ülkemizde avukatlar sadece görevlerini yerine getirdiği için tutuklanabilmektedir. Bu anlamda meslektaşlarımıza yönelen baskı ve tutuklamalar artık mesleğin ifasını imkansız kılacak boyutta sistematik hale getirilmiş bulunmaktadır. Avukatlık mesleğinin özünü oluşturan faaliyetler soruşturulmakta ve kovuşturulmakta, çağdaş ülkelerin hiçbirisinde görülmeyen baskı ve tutuklama biçimleri mesleğimizin varoluş zeminini ortadan kaldırmaktadır. İddia, savunma ve hüküm sentezi çerçevesinde ortaya çıkacak adalet, yargının en önemli sacayaklarından olan savunmanın kendisine karşı da işlevsizleştirilmekte, özünden uzaklaştırılmakta ve bir bütün olarak ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

            Avukatlar ve meslek örgütleri olan Barolar, tarihten bu yana ülkedeki hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını korumak gibi ağır bir sorumluluğu üstlenmiş, bu sorumluluğun hakkını verebilmek adına gerek bireysel olarak, her an her dakika, mahkeme salonlarında, karakollarda, kamu kurumlarında emek ve çaba sarf etmekte, gerekse de Baro çatısı altında örgütlü şekilde mücadelesini vermektedir. Zira Avukatlık mesleği, doğası gereği haksızlıklar karşısında susmayan, inandığı hukuk devleti ilkesi uğruna kendi özgürlüğünü bile hiçe sayarak mücadele eden ve bu niteliği gereği ülkemizde hukukun ve adaletin teminatı işlevini üstlenen bir meslek grubudur.

Bunlara rağmen avukatların mesleki faaliyetlerini gerçekleştirmesine yönelik şartlar her geçen gün zorlaşmakta, hakları, yetkileri ve iş alanları daraltılmaya çalışılmaktadır. Bu denli önemli bir meslek bilerek ve isteyerek ekonomik darboğazın içine itilmekte, avukatlar adeta bir varoluş cenderesinin içine çekilmektedir. Bu durum yurttaşların da hukuki yardım alma ve adil yargılanma hakkına zarar vermektedir.

Bu sorunlara çözüm geliştirmek yerine, Hukuk Fakültesi sayıları ve kontenjanlarının azaltılması istenilen seviyeye gelmemiş, gündelik çareler aranmak suretiyle yeni mağduriyetler yaratılmış, Hukuk Fakültesine girişten, mesleğe kabule kadar her aşama adeta ticari ve ranta dayalı bir sistemle şekillendirilmiştir.

Karşı karşıya olduğumuz bu acı gerçekler tespit edilmeksizin adaleti merkezine almış bir adli yıla adım atabilmek mümkün değildir. Bunları dile getirmeyi; adli yıl başlangıçlarının, yargının tüm sacayakları arasında birlik ve dayanışmanın, yurttaşlar içinse adaletin tecelli edeceği günlerin miladı kabul edilebilmesinin en temel çıkış noktası olarak değerlendiriyoruz.

            Tüm bu şartlar altında dahi umutsuz değiliz. Tarihsel birikimimiz ve sözünü hiç kimseden sakınmayan anlayışımızla bütün olumsuzluklara karşı; ülkemizin, mesleğimizin ve meslektaşlarımızın bugünü ve geleceği için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.

            Bilinmelidir ki; “Bu Kentin Bir Barosu Var” söylemiyle bir Cumhuriyet kurumu olan Antalya Barosu hukuksuzluğun her türlüsüne karşı dimdik durmaktadır. Avukatların ekonomik ve özlük hakları için tüm imkanları zorlamakta, yeni fiziki alanlar hayata geçirmekte, mesleğimizin manevi ve maddi yönünü güçlendirmek adına çalışmalar yürütmekte, zor günleri dayanışma ve yardımlaşma ile atlatma konusunda tüm gayreti göstermektedir. Bir yandan mesleğin icrası sırasında karşılaşılan güçlükleri ortadan kaldırmak için uğraşırken bir yandan ülkeye dair sözünü kararlılıkla ifade etmekte ve kentteki tüm meselelere ilişkin başat bir sorumluluk üstlenmektedir.

Antalya Barosu suskunluğun değil, hukukun ve cesaretin kalesidir. 1926’da kurulan Baromuzun 100’üncü yılına yaklaşırken, bir asırlık mücadele geleneğimiz ve tarih bilincimiz hukukun bir gün herkese lazım olacağını göstermektedir.      

Yargının kurucu unsurlarının hukukun ve vicdanlarının sesini dinlediği, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının yeniden tesis edildiği, tüm kurum ve şahıslar nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının bağlayıcı görüldüğü, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının egemen; liyakatin ve şeffaflığın hâkim kılındığı ve her yurttaşın adil yargılanma hakkına eriştiği bir adli yıl olmasını dileriz.

                                                                                               ANTALYA BAROSU BAŞKANLIĞI

ETKİNLİK TAKVİMİ

14.09.2025
AV. ALİ ÇAĞDAŞ BOZANER
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.